Son Günlerde İyice Radikalleştin
Bir kardeşim, telefonla arayarak hal hatır sordu ve hal hatır faslından sonra sözü yazmaya çizmeye getirerek, "Son günlerde iyice radikalleştin!" dedi. Kastını izah etmesine gerek kalmadan, "Haklısın!" dedim. Tabi ki, kastı sosyal medya paylaşımlarımdı. Serde gazetecilik var ya! yazdıklarım dikkatini çekmiş olmalı. Bazılarının şöyle bir kanaati vardır: Gazeteci adam, tarafsız olmalıdır. Ne demekse bu tarafsızlık denen şey! Bizim de tarafsız olmamız gerekiyor herhalde.
Hatta bu yüzden sosyal medyada bağımız kopan dostlarımız bile oldu. Yaşanan çirkinlikleri, rezillikleri görme! Sen siyasetçi değilsin, iktidarın hiç mi yanlışı yok! Bir de onları yaz! Bırak siyasetçi olanlar konuşsun! Falan Filan vesselam.
Haksızlık karşısında susan dilsizin o kadar çok bahanesi var ki; gelecek korkusu, rızık telaşı, öldürülme riski, say sayabildiğin kadar. Adam sırf kendi tarafı diye, memleketin gördüğü en büyük hırsızlık olayı hakkında, ekranlarda milletin gözünün içine baka baka, "Yargının sonucunu beklemek lazım, henüz iddia aşamasında, fazla dillendirmemek lazım!" gibisinden saçma sapan kıvırmalara girişebiliyor. Buna kimse, "Niye kıvırıyorsun yumuşak?" diye sormuyor ama biz herkesin bildiği bir gerçeği dile getiriyoruz diye taraf oluyoruz.
Evet tarafım, bunu da herkesin gözünün içine baka baka hiç kıvırmadan söylerim. Ne var ki, taraf olma anlayışında insanı merkeze koyarsanız, hiç kimseyle taraf değilim! Ne falan parti, ne falan tarikat, ne de filan ideoloji.
Vallahi tarafım! çünkü bana öyle emredildi.
Bundan yanılmıyorsan 30 sene öncesiydi, çocuklarımın en büyüğü 6 yaşında. Kiracı olduğumuz evin sahibinin 4 yaşındaki torunu Ömer, evde çok çocuk olduğu için bizim çocuklarla oynamayı çok sever, bizim evden çıkmazdı. Birlikte namazlar kılar, oyunlar oynar, muhabbetle vakit geçirirdik. Bir gün eve geldiğimde kapının önünde bizim ev sahibinin torunu Ömer, kendi kendine oynuyordu. Elimdeki poşette portakal vardı ve birini çıkarıp Ömer'e verdim, eve çıktım. Ertesi sabah tekrar işe gittim. Akşam eve döndüğümde hanım kapıyı açarken, "Hoş geldin Allah'ın adamı!" diye karşıladı. Şaşırdım. "Hayırdır! Bu nereden çıktı!" diye merakla sordum. "İçeri gir, anlatayım!" dedi. Oturduk ve dünkü portakal mevzusundan kaynaklanan bu Allah'ın Adamı sözünü anlattı. Bizim 4 yaşındaki Ömer, benim verdiği portakalı yerken dedesi yanına geliyor ve "Oğlum o portakalı sana kim verdi?" diye soruyor. Ömer hiç düşünmeden, "Allah'ın Adamı!" diye cevap veriyor. Dedesi şaşkın bir şekilde, "Oğlum Allah'ın Adamı kimdir?" diye sorunca, eliyle bizim daireyi gösterip, "Çocukların babası!" diye cevap veriyor. Sonrasında da evin bizim hanımla samimi olan gelini, hanıma gelip bu meseleyi aktarıyor.
Hanım bunları anlattıktan sonra, bir karar verdim. "Madem ki Allah, Ömer'inin diliyle bana adamım dedi, Allah bana yeter, asla kimsenin adamı olmayacağım."
Bu anıyı paylaşırken derdim nefsimi yüceltmekse eğer, Allah beni alçaltsın! Derdim sadece tarafımın ne olduğunun gerekçesini ifade etmektir. Hamdolsun O Allah'a ki, beni hep kendi tarafına hizmet ettirdi. Birileri bunu partizanlık olarak yorsa da bu partizanlık asla değil, şayet olsaydı durumun dünyevi açıdan çok daha farklı olurdu. Allah, her türlü rızasına ters düşen halden beri eylesin!
Partizanlık meselesi, Hakkı söylemeye mani ise o partizanlığın canı cehenneme! 35 yıllık meslek hayatımda bu tür partizanlığa sıcak bakmadığım için kimseye de yaranmak gibi bir derdim olmadı. Olanlara mübarek olsun! Bugün de geldiğimiz yaş itibarıyla zaten bir ayağı çukarda bir insan olarak, ne dünyevi ne de başka cihetten kimseden bir beklentimiz yok. Yeter ki, Allah'ın Adamı olarak ölebilelim.
Bunları neden yazdığıma gelince; belki o "Son günlerde radikalleştin!" diyen arkadaşımla aynı düşüncede olan sosyal medya arkadaşlarımın da bu tür düşünceleri olabilir. Herkes doğru anlasın diye yazıyorum. Kimse kahrımı çekmek zorunda değil, arkadaşlıktan çıkarmak basit bir hareket. İsteyen gönül huzuruyla arkadaşlıktan çıkarabilir. Ne var ki, ben asla inandıklarımı söylemekten vaz geçmeyeceğim. Radikallik; inandığını söylemek, söylediği gibi yaşamaksa evet ben radikalim. Sanırım sosyal medya arkadaşlarımdan hiç biri bir münafıkla arkadaş olmak istemez çünkü rengi belli olan adamdan zarar gelmez. Mesela ben Aziz Nesin ateist olduğu halde ona saygı duyarım. Neden? Çünkü adamın rengi net! Münafıklık yapmıyor ve kimsenin arkasına gizlenmiyor. Evet mertçe ben kafirim dedi ve gitti. Oysa içimizde bizimle aynı safta namaza durup, sırtımızdan bıçaklamak için gününü bekleyen din kardeşimiz sandığımız insanlar ortalıkta cirit atıyor.
Son olarak şunu da belirtmek durumundayım ki, bu dava ne Recep Tayyip Erdoğan davası ne AK Parti davası ne de falan tarikat davası. Bu dava Hakk davasıdır ve herkes hizmet ettiği kadarıyla mükafatını alır. Çünkü partiler, tarikatlar, cemaatler içinde alimler de vardır, zalimler de vardır. Menfaatperestler de vardır, putperestler de vardır. Oysa Hakk davası gün gibi ortadadır ve içinde Cennet, karşısında Cehennem vardır. İşte bu Hakk davasının neferleri her partinin içinde Allah tarafından istihdam edilmiş olabilir, her tarikatın içinde sapıkların yanısıra Allah'ın istihdam ettiği Allah erleri olabilir. Bizim gayretimiz, zahire yansıyan yönüyle amel ederek, Hakk'a hizmet ettiğini iddia edenlerin ve bu iddiaları için ortaya bir şeyler koyanların işlerini kolaylaştırmak, yanlışlarını da düzeltmeleri için gayret etmektir. Mesela İstanbul Sözleşmesi bizim gördüğümüz o yanlışlardan biriydi ve hakkında defalarca yazdık... Hatta Fatih Erbakan'ın bu konudaki mücadelesini de taktirle karşılayarak, bu konudaki programlarını da haberleştirdik. Nüfusun geri gitmesi meselesinde, hukukla ilgili problemli meselelerde, eğitimle ilgili başarısızlıkların sonuçlarının hiç de iyi olmadığı gibi konularda defalarca yazdık çizdik. Hatta biz bunları yaptık diye güya iktidar partisine zarar verdiğimizi dillendirenler, gün geldi kendi menfaatleri kesildiğinde başka partilerde at koşturmayı tercih ettiler.
Diğer yandan siyasi yarışın kısıtlılığı hakkında yapılanların doğru olmadığını, parti içi yarışların önünün kesilmesinin partiyi büyütmek yerine bir takım kırgınlıklara yol açarak aksine küçülttüğünü defalarca söyledik. Bir şey değişmese de biz, Hakkı söylemiş olmanın huzuruyla işimizi yaptık. Yarın ölüp gidince de bütün bu yaptıklarımız, yazıp çizdiklerimiz önümüze konulacak ve biz de neyi niçin yaptığımızın hesabını vereceğiz. İşte bu yüzden bizim yaptığımız partizanlık değil, Hakkı söylemektir...
Sonun sonuna gelince; "Öyle cennetlik sandığınız insanları Cehennem'de, öyle Cehennemlik sandığınız insanları Cennette göreceksiniz ki, şaşıracaksınız! Bu yüzden hiç bir ameli küçük görmeyin! Çünkü hangi amelinizin sizi Cehennemlik, hangi amelinizin sizi Cennetlik edeceğini bilemezsiniz!" nasihatiyle yazıyı noktalıyorum. Okuma zahmetine katlananları da tebrik ediyorum.
Not: Her nefis ölümü tadacaktır! hakikati gereğince bir gün biz de dünya nöbetimizi tamamlayıp, can emanetini teslim edeceğiz. Birileri, "Nasıl biriydi acaba?" diye merak edecek olursa bu satırlar anlayabilmesi için yeter sanırım, bir kenarda dursun... Bu dünya sahnesinden benden önce gidecek olan herkese hakkım helaldir. Siz de benim gittiğimi duyarsanız haklarınızı helal ediniz...
Tüm ifadeler:
42Aziz Sarı, Şaziye Demir ve 40 diğer kişi