Reddedilen Doktora Tezi
Bir gün üniversitede benden başka hepsi akademisyen olan bir arkadaş gurubuyla Türkiye'deki üniversiteler hakkında sohbet ediyorduk. Herkes kendince bir şeyler anlatıyor, aksaklıklardan söz ediyor, nasıl düzeltilebileceği hakkında fikir beyan ediyordu. Bu arkadaşlardan biri, akademisyen bir dostunun yurt dışında bir üniversitede doktora çalışması ile ilgili bir anısını paylaştı. Anlattığına göre doktora çalışması yaptığı üniversite bu arkadaşa konu olarak Sultan 2. Abdulhamit'i vermiş.
Tez konusu Sultan 2. Abdulhamit olunca bizim akademisyen arkadaş atlamış Türkiye'ye gelmiş ve başlamış tezini hazırlamak için çalışmaya. Kendi ifadesiyle günlerce; gecesini gündüzüne katarak, harika olduğunu düşündüğü bir şekilde tezini tamamlamış ve üniversiteye dönmüş. Hesaplarına göre hiç bir aksilik olmayacak ve tezinin kabul edilmesiyle doktorasını tamamlamış olacak.
Sabırla beklemeye başlamış ama beklediği haber bir türlü gelmiyormuş. Bir süre sonra kendisini çağırmışlar ve hazırladığı tezi eline vererek, "Sen bu tezi Türkiye'de hazırlamışsın! Bu gerçek Abdulhamit değil! Git yeniden çalış ama Avrupa ülkelerinin kütüphanelerinde, üniversitelerinde!" diyerek tezini iade etmişler. Bir yanda aylarca çalışmanın boşa gitmiş olması, bir yanda doktoranın gecikmesi.. Bizim akademisyen arkadaş morali bozuk bir şekilde üniversiteden ayrılmış ve Avrupa ülkelerinde, onların üniversite ve kütüphanelerinde Sultan 2. Abdulhamit hakkında araştırmalar yapmaya başlamış. Araştırdıkça, öğrendikçe ortaya bambaşka bir Abdulhamit çıktığını görmüş. Bir yandan kendinden utanmış, bir yandan yalan yanlış bilgilerle 2.Abduhamit'e düşman olacak şekilde kendini yetiştirenlere hayıflanmış. Neticede tezini tamamlamış olarak üniversitesine dönmüş. Üniversitesi, "şimdi doğrusunu öğrendin!" diyerek tezini onaylamış göndermişler...
Batı kültüründen hiç hazzetmesem de akademik vicdanı bozulmamış ilim ve bilim adamlarının varlığını inkar edemem. İlim namusu bambaşka bir şey... Şuna üzülüyorum ki, kendi bildikleri gerçekleri bizlerden hep uzak tutmuşlar, biz de buna rıza göstermişiz. İçimizden birileri çıkıp, öğrendiği gerçekleri seslendirmeye çalıştığındaysa hemen düşman ilan etmişiz. Ya Cumhuriyet düşmanı demişiz, ya laiklik düşmanı demişiz, ya Atatürk düşmanı demişiz. Demişiz de demişiz ama "Ya bu adam ne söylüyor? Bir de anlamaya çalışalım!" dememişiz. Bu yüzden akademik olarak hala yerimizde sayıyoruz... Mesela deprem hususunda 85 Milyonluk nüfusta iki elin parmakları kadar vitrine çıkarabildiğimiz akademisyenimiz var onlar da birbirlerini tekzip etmekle meşgul... Türkiye Yüzyılı hedefinde işimiz hiç de kolay değil. Hamasi söylemler, gençleri belki motive edebilir ama bu motivasyon gerçeklerle desteklenmediği sürece çok büyük hayal kırıklıklarına sebep olur... İktidarıyla muhalefetiyle bu konuyu milletin geleceği olarak görmek zorundayız. Ne laik olduğu için pirim yapmalı bir akademisyen ne de dindar olduğu için... Ne İngilizcesi çok iyi diye bir cahile yol verilmeli ne de dili yetersiz diye bir alimin önü kesilmeli. Sadece ve sadece memlekete insan yetiştirmek gibi bir derdi olmalı özellikle akademisyenin. "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diye çıkışmayacak kadar mütevazi, öğrencisini ülkenin geleceği olarak görecek kadar asil olmalı vesselam. Bir de en önemli husus şu ki, devlet aklı sapla samanı ayırd ederek; "bu bizden, bu bizden değil ihanetine düşmeyecek kadar ferasetli olmalı." İşte o zaman sadece Türkiye Yüzyılı değil Türkiye'nin yüzlerce yıllık geleceği için umutlanabiliriz...