MUKADDES SIR
Aşık güler, aynalarda gül açar;
Kıraçlar yeşerir, gök ışık saçar.
Muhabbet yağmuru düşmeyen yerde,
Ne bir ceylan meler, ne bir kuş uçar.
110
MUKADDES SIR
Aşık güler, aynalarda gül açar;
Kıraçlar yeşerir, gök ışık saçar.
Muhabbet yağmuru düşmeyen yerde,
Ne bir ceylan meler, ne bir kuş uçar.
210
IHLAMURLAR ÇİÇEK AÇTIĞI ZAMAN
Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırırsa beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine değdi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
310
BİR ÇİFT BEYAZ KARTAL
Hangi yayla yeşil, nerde keklik çok
Gel seninle orda olalım çocuk.
Kayalar, kayalar... Sırt sırta vermiş;
Kimi yeni mürit, kimisi ermiş.
Otlar dalgalansın biz yürüdükçe
Sular düze insin kar eridikçe,
Gün burnunda bana mavi mavi gül;
Ağız-burun lale, kaş ve göz sümbül.
Doruklardan doruklara sekelim,
Bir elim göklerde, sende bir elim;
İkimizin yüreciği bir atsın,
Bizi gören bin katarak anlatsın,
Hangi yayla karlı, nerde çiçek çok
Gel seninle orda olalım çocuk.
Bulutlar, bulutlar iç-içe girmiş
Bulutlar ki göğe perdeler germiş;
Çiğdem devşirelim, çiçek biçelim
Susayınca hep ezgiler içelim
Batmasın eline bir gül dikeni
Sen hep beni kolla, bense hep seni
Çıkıp yükseklerden taş bırakalım,
Kopan sese, kalkan toza bakalım,
Tavşanlar ürkerken bu gürültüden
Kaçan tavşanlara ıslıklar çal sen.
Hangi yayla yüce, nerde kavga yok
Gel seninle orda olalım çocuk;
İster Maraş olsun, ister Erzincan,
Sonsuzluk düşüne set değil mekan,
Başın omuzumda, omuzum gökte
Ölüm bir ak çiçek bu özgürlükte,
Yaşamaksa bir ışık cümbüşüdür,
Çağıl çağıl akan sevgi düşüdür.
Hani gökyüzünün toy vakti olur,
Kaynaşırlar yıldızlar bulgur, bulgur;
En uzak nereyse ora gidelim,
Bulutları yara yara gidelim.
Hangi yayla serin, nerde bühtan yok,
Gel seninle orda uçalım çocuk.
Meşeler, ardıçlar, çamlar yan yana
Biz kanat çırpınca dursun divana.
Bir çift beyaz kartal, hey bu da nesi?
Diyerek şaşırsın çobanların hepsi;
İlk kez görüyoruz desin görenler,
Bütün oymaklarda dolaşsın haber.
Keşiş dağlarından görünsün İstanbul,
Bütün dağ gölleri ışırken pul pul.
Güzel dost, ey hüzne aşina yürek,
Gel gidelim keklik gibi sekerek.
410
AŞK
Andolsun bütün örtülere, andolsun bütün örtünenlere ki,
Kar altInda terleyerek uyanmaktır aşk.
Yanmış iki cesedin kına gibi külleri arasından
Fışkın sürerce dirilip yeniden yanmaktır aşk.
Cümle ağaç kapıları, cümle demir kapıları aşıp,
Bir gönül kapısına dayanmaktır aşk.
Sevgilinin otağını gökkusağına boyayıp gece-gündüz,
Hüznün safran sarısıyla boyanmaktır aşk.
Yaratmaktır ya da sevgilinin toprağından yaratılmak,
Her nefes alıp verişte yanmaktır aşk.
İsmaili bir gönülle teslim olmaktır bıçağa,
Birini kandırmak değil, bilerek kanmaktır aşk.
Diline arılar konar, koynunda karıncalar gezer,
Sevgilinin ölçeğiyle her zaman sınanmaktır aşk.
İsrafil'in Sur'unu ruhunda duymaktır aşk,
Suyu suyla yumak gibi aşka inanmaktır aşk.
510
BİR BEYAZ DİLEKÇE
Rahman ve Rahim olan adına sığınarak
Açtım iki elimi; kor gibi iki yaprak.
Bir edep ölçeğinde umutlu ve utangaç,
İşte dünya önümde; benim ruhum sana aç.
Kainati yarattın, donattın, rızık verdin,
Kimine sonsuz körlük, kimine ışık verdin.
Kainatta ne varsa hepsinin zikrinde sen,
Hamd ve şükür sanadır, herşey seninle esen.
Çalı bile kendine sığınan kuşu itmez,
Sen gafursun, azizsin, senin keremin bitmez.
Benden önce esirge Muhammed ümmetini,
Esen gitsin her kervan, en sona ula beni.
Her müslüman bir kartal, vurulur da pesetmez,
Oruçtan tad alanlar, kemik peşinde gitmez.
Bezm-i Elest'te sana secde eden ruh için;
Verdiğin söze sadık, doğru giden ruh için;
Hiç kimseyi vatansız, milletini devletsiz,
Gönülleri sevdasız, şehirleri mabetsiz;
Bayrakları rüzgarsız, ocakları ateşsiz,
Bırakma ulu Rabbim, asi kul değiliz biz.
610
SANA YAZDIM
Mürşidimi soranlara hep seni tarif ettim
Her zaman dizlerinin dibiydi, benim mektebim
Ben tuttum sabırla çile çile yazdım
Çeksen bile koruyucu kanatlarını üstümden
Senin öğrettiklerinle şimdi ben ayaktayım
Anlarsın, bu şiiri sana yazdım
Her gece yıldızları yakan elimsin diye
Beynime, yüreğime tercüman dilimsin diye
Adını adımla bile bile yazdım
Dil susunca uğuldar içimizde ki mağara
Gönül Mansur gibi bin kez çekilip dara
Anladım adını güle yazdım
Şair oğlu şairim, redd-i miras hakkım yok
Gider gittiği yere, yaydan fırlayan ok
Bunu her menzile yazdım
710
BEN SENİN YUSUF'UN OLMUŞUM
Hava-kara-deniz, öyle bir üçgen kurmuşum
Ve üçgenin merkezine kendim oturmuşum
Üzerime bir hüznün kara çadırı çökmüş
Çınar duldada kalan son yaprağı da dökmüş
Enginlere yağmur, yükseklere kar yağıyor
Gecesi - gündüzü yok, hep bir karar yağıyor.
Bırakmış üzerime sularını savaklar
Çıldırdı-çıldıracak bütün çıplak kavaklar
Denizdeki dalgalar sanki ayran dövüyor
Köpürttükçe suları celâlini övüyor
Gök karnında olanı boşaltıyor aşağı
Kim bulup kaldıracak dolu vurmuş başağı?
Yüzmem yok, uçmak bilmem, doğuştan karalıyım
Üçgenin merkezinde seninle çıralıyım
Dolunun düşürdüğü başak benim sevgili,
Beline kuşandığın kuşak benim, sevgili
Ne bir uçakta pilot, ne gemide kaptanım
Aşkınla desenlenen bir özge gülâbdanım.
Mevsim umurumda mı, bana hep bir gül bırak
Sormadığın günlerde ne hâldeyim iyi bak
Uzaktan geçen kuşlar konmuyor pencereme
Sensiz bir gün yaşamak en ağır bir cereme
Seni bulduğum yerde kendimi yitiririm
Benden bir çiçek iste, bir bahçe getiririm.
Gece gökte ay yoktu, gündüz oldu güneş yok
Ayrılık ateşini katlayacak ateş yok
Kaç gündür görmüyorum sancağını-tuğunu
Gönlüme anlatamam bu ani yokluğunu
Enginlere yağmur, yükseklere kar yağıyor
Zaman yüreğime deli acılar sağıyor.
Ben seni düşünürken birden bir geyik meler
Garip kuşlar uçuşur, develeşir tepeler
Karalar daha kara, kırmızılar da öyle
Bunlar sanrı değilse adını kendin söyle
Türkülerim ıslanır yağmuru eme eme
Kıyısız bir denizde dünya çöker enseme.
Havalar o kadar bozdu ki çok üşüyorum
Her zaman, her yerde ülkümle örtüşüyorum
Ben senin Yusuf un olmuşum aşkla bilece
Her yazıtta seni okuyorum hece hece
Ey yiğit yüreğimin en mukaddes cevşeni,
Yılanlı kuyulardan artık çek çıkar beni!
810
SEVDALANIR SEVDALANIR SÖYLERİM
Renkli vitraylara dönüşürken bir şiirin kıtaları
Dolunayın ışığı ta kuyu diplerine vuruyor
Bir vuslat sahnesi yaşıyor kuyudaki su
İnceden bir türkü tutturuyor.
Dişlerini toprağın etine derin gömen taş
Bildiği bütün türküleri unutmuş
Kekik ve reçine kokan rüzgâra soruyor notalarını
Ufuk çizgisinde bir yer tutmuş.
Değirmenci türküsünü unutmuş sulara soruyor
Belleği tebeşir tozuna çevirmiş notaları
Bir ateş gözlü puhu kayalarda sesini soyunuyor
Küçücük yüreğine dolamış öteleri.
Külde pişmiş bir kömbe tadı veren bu hayat
Sabah beyaz, öğle mavi, ikindiden sonra hep bulutlu
Her gece ovanın bir ucundan su içmeye gelir bir at
Atın soluğundan kanatlanır su.
Yolcu türküsünü unutmuş sanki dili lâl
Yokluk ellerini ısırıyor ceplerinde
Gönül en zehirli çiçeği yakalıyor dal dal
Avını kollayan bir yılanın gözlerinde.
Kömür de iz bırakır renkli tebeşirler de
Sonsuza dek kardeştirler kara ile ak
İster at sırtında ol ister teneşirde
Sönmeyen her tutku bir kızıl zambak.
Çiçektir, ıtırdır, ışıktır benim türkülerim
Sesimi boyayan bir beyaz kaçak
Sevdalanır sevdalanır söylerim
Dilimin yarısı güldür, yarısı bıçak?
910
ZAMANIM YOK
Sürdüm, ektim, yetirdim; ürün tarlada kaldı,
Elimde bir avuççuk çöpüm yok, samanım yok.
Fırtınalı bir ömrün kıyısına yaklaştım,
Firardaki huzuru, bulmaya gümanım yok.
Umutsuzluk mu, asla; umudum dağlar ardı,
Uçurumlar yuvamdır, kimseye amanım yok.
Nerde uçarı pembe, filiz yeşili, mavi?
Tüm renkler grileşti, seçmeye dermanım yok.
Dünya bir süslü otağ, göç zamanıysa selek;
Neyliyeyim otağı, içinde mihmanım yok.
Bir fasıl geç diyorlar, benimse sesim kırık,
Ney'im yok-kavalım yok, tar'ım yok, kemanım yok.
Aşk akkora cevirdi, yaktığı yüreğimi,
Pişmekten esrik düştüm, külüm ve dumanım yok.
Sevgilim, bütün varım adına ipotekli,
KARAKOÇ der, gaflette geçecek zamanım yok!
1010
İTİRAF DİLEKÇESİ
Şimdi yalan çıkmanın utancını terliyorum
Ortalık olabildiğince bir kör-duman.
Ben kendi dumanımda boğulurken
Beyaz ve siyah atlarını koşturmuş zaman;
Ihlamurlar çiçek açmış
Rüzgâr ıhlamurların türküsünü söylüyor
Çıkıp bir yelkende oturmam mümkün değil
Utancımın terleri kurumadan
Zamanın dışına sarkamıyorum.
Ihlamurlar çiçek açmış, bense hâlâ burdayım
Kavlimize göre böyle olmayacaktı,
Muhakkak sana gelecektim bir çiçek vakti
Yüreklerinde hasret, seslerinde hasret
Turnalar geçiyor memleket memleket
Bense çaresizlikten bir hurdayım
Akbabaların döndüğü son çukurdayım
Yaşanmamış bir gün, gün değil,
suçu takvimlere bırakamıyorum.
Sebep bir değil, beş değil
Ben birincisini söyleyeyim, ötesi kalsın
Kaderin hükmü bu, temyizi olmaz
Yaşanmış bir süreçtir sana rehin bıraktığım yaz,
Yakamaz, yakıştıramazsın, bugün dün değil,
vefasızlıkla ilgisi yok bunun efendim,
Tek başıma çare üretmekten tükendim
İş karışık, içinden çıkamıyorum.
’Gel' diyorsun sürgülüyken kapılar
Mayın tarlasına düşmüş gibiyim
Kasları, kanatları yanmış bir kuş gibiyim
Geç geldi ve uzaktan geçti bu bahar
Kaderin hükmü bu, nasıl geleyim
Ne başım ayıktır, ne kılavuzum var
Özüm dert evidir, düğün değil
Senin havuzuna akamıyorum.
İki tarla arasında takım belirleyen
Bir taş gibi oturup durdum bütün yıl
Gelen şiir yağmurlarını da kapıdan çevirdim ben
Bir gönül öne geçti, bir akıl
Gel gör ki her zaman kaderin dediği oldu
Bu işi bitirmem mümkün değil
Şair dilim lâl şimdi
Derdimi kolayca dökemiyorum.
Yüzüme tokat gibi yapışıyor bakışların
Gözlerimi kapatsam da karşımda duruyorsun
Ihlamurlar çiçek açmış salkım saçak
Sen beni hep kendi sözümle vuruyorsun
Ağlasam ıhlamurların dallarına kar yağacak
Uzatsan da pasaportumun süresini
Köprü su altında kaldı, bugün dün değil
Kaçağım, yüzüne bakamıyorum.