Şimdi elinde ki silahı yavaşça yere bırak dostum !

Murat Türkyılmaz

Kavramların içeriğini boşalttıktan sonra onları bir silah gibi kullanabilirsiniz, şarjörünüze ön yargılarınızı, nefretlerinizi, komplekslerinizi, korkularınızı doldurabilirsiniz. Atış serbest denildiğinde, ortalığı tozu dumana katıp, hakikatlerin üzerinde bir toz bulutu oluşturabilir, kulakları sağır edebilirsiniz. Siyaseti bir savaş alanı, er meydanı olduğunu peşinen kabul ettiğiniz andan itibaren takım elbise giymiş olsanız da kalbiniz haki rengine çoktan boyanmıştır artık. Partinizi bir karargah, kürsüleri birer mevzi, sloganları kurşun, kitleleri birer ordu gibi görmeye başlarsınız. Oysa demokrasi bir savaş alanını değil, sulh zemininde fikirlerin mücadelesini temin eden bir sistemdir. Fikirleri, yani ön yargılardan arındırılmış, saf anlamak ve anlaşılmak kaygısı taşıyan o insani hamleleri.

Şu satırları okuduktan sonra neyden bahsettiğimi henüz anlamamışsanız okumayı bir kenara bırakıp, televizyonda bir tartışma programı açıp çayınızı yudumlamanızı tavsiye ederim, koltuğunuzu bir tribün, aidiyetlerinizi bir formaya dönüştürüp, doksana girecek gollerin umuduyla kah oturup kah kalkarak alacağınız zevki size burada garanti edemem, kusura bakmayın.

Evet, her meselede olduğu gibi yine ülkemizi derinden meşgul eden, hassas sinir uçlarını harekete geçiren, bir kesimi ‘kaygılandıran’, bir kesime hayat mematın kıldan ince kılıçtan keskin sınırında nöbet tutturan bir meseleden bahsetmek istiyorum; Türkiye’de Hükümet Sistemi tartışmaları.

2002’den bu yana her seçimde ağır yenilgiler almış, yenilgi yenilgi büyüyen bir galibiyet vardır cümlesine sımsıkı sarılmış, kaygı ve endişelerini kendine azık, siyasetini milli mücadele ruhunun burçlarına taşımışlar için hükümet sistemi tartışmaları, aslında bir karşı devrimin masum teşebbüsünden başka bir şey değil. Bunu anlamak için kelimelere müracaat edelim, kurşun gibi ağır kelimelere; üniter yapı, rejim tehlikesi, Cumhuriyet’in kazanımları, diktatörlük, demokrasiye darbe, sultanlık, batıdan kopuş, laiklik, yeni Osmanlı, milli mücadele, kutuplaşma, Atatürk düşmanlığı vb. Ne söylerseniz söyleyin, kurduğunuz tüm cümlelerin ağırlık merkezini bu kelimeler oluşturuyorsa derdinizin üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hükümet Sistemi tartışmalarını bu kelimeler ışığında yorumlamak, değerlendirmek ve itiraz etmek sizi ilkelleştiriyor, semboller üzerinden inşa ettiğiniz kumdan kaleleriniz bir bir yıkılırken hala eski lügatlerinizle yeniyi anlama çabalarınız ya da aşağılama gayretleriniz nafile. Barajın kapıları açılmış, değişimin durdurulamaz akıntısı kapımızın önüne dayanmıştır artık, sizi bu değişimden kurtaracak bir zamanlar sırtını dayadığınız ne omzu kalabalıklar var, ne de cübbeli emir erleri. Ne siz bu ülkenin sahibisiniz artık, ne de bu milletin vasisi.


Size tavsiyem, elinizdeki o silahı yavaşça yere bırakın, şarjörünüzde ki narkoz mermilerini, kelimelerinizi sökün atın. Denize düşmediniz, yılana sarılmayın, hükümet sistemi değişecek üniter yapı tehlikeye girecek derken, özerklik ve federasyon rüyası gören yılanlarla iş tutmak sizi batırıdıkça batırıyor. Muhalefet yapmak istiyorsanız, mesela; topal ördek sendromunu konuşalım, çifte meşruiyet meselesinin altını üstüne getirelim, katılık sorununu çözecek bir formül için kafa yoralım, parlamentonun yasama etkinliğini korumak için kararname yetkisini bile konuşabiliriz, iktidar yoğunlaşmasını engelleyici denge denetim mekanizmalarını masaya yatıralım, hatta istiyorsanız rasyonalleştirilmiş parlamenterizmi dahi konuşabiliriz yeter ki elinde ki şu namluyu indir, adamı hasta etme, elinden bi kaza çıkacak kendini vuracaksın, aldığın yaralarla zaten ayakta zor duruyorsun, başımıza iş çıkarma. Tabanının duygularına tercüman olacağım diyerek siyasetini konsolide edemezsin, gel otur şu masaya adamakıllı anlat derdini, bak sistemin adını Cumhurbaşkanlığı sistemi koyduk, Devletin değil Cumhurun Başkanı. Cumhurdan korkma, bakarsın bir gün sana da güler talih, demokrasinin çeyiz sandığından sana da bir şeyler çıkar, sen de günün birinde düğün dernek yaparsın ama bir kızı bin kişi ister bir yiğide yâr olur, bunu unutma, tahammülünü kuşan, eşkıyalarla dağlara sakın meyletme çünkü halk gibi muteber bir nesne yok, eğer demokrasiye inanıyorsan.

Murat Türkyılmaz - Hukukçu

İlk yorum yazan siz olun