ENDONEZYA / SÜLFÜR CEHENNEMİ
Eğer daha önce sülfürü kokladıysanız, neden cehennem denildiğini anlarsınız. Burası Endonezya'nın Java adasındaki Kawah Ijen, sülfürün evi olarak bilinen eşsiz bir yer.
ENDONEZYA / SÜLFÜR CEHENNEMİ
Eğer daha önce sülfürü kokladıysanız, neden cehennem denildiğini anlarsınız. Burası Endonezya'nın Java adasındaki Kawah Ijen, sülfürün evi olarak bilinen eşsiz bir yer.
Ijen krateri, sarı-yeşilimtrak bir çukur. İnsanlar her gün buraya giriyor ve sırtlarında 80 kilo sülfürle dışarı çıkıyorlar
Pis kokulu dumana nasıl katlandıklarını bilinmiyor fakat görünen o ki aç bir adam herhangi bir şeyin üstesinden gelebilir.
Kraterin yakınında güzel bir asit gölü var, ancak tahmin edebileceğiniz gibi göl civarında hiç oturan yok, çünkü sülfür buna izin vermiyor.
Bu aktif yanardağ ağzına varillerle kanallar döşenip erimiş sülfürler bir yerde toplanıyor ve oradan alınan sülfürler soğutulup kırılarak bambu sepetlere doldurulup köye taşınıyor.
Buradan da toplanıp banyuwangi şehrindeki fabrikaya gönderiliyor.
Bu sülfür rafine şeker elde edilmesinde ve kauçuk üretiminde kullanılıyor.
NAKAL GURUNG / BAL AVCILARI
Dünyanın en lezzetli balı Nepal'in yüksek dağlarından olan Nakal Gurung dağının keskin yamaçlarına petek yapan arılarınca yapılıyor. Ancak o balı toplayıp sofralara getirmek hiç de kolay değil.
'Bal avcıları' yılda iki kez hayatlarını riske atarak ilkel yöntemlerle 250 ton bal topluyor. Tabii ki bu sırada arı sokmaları ya da yüksekten düşme nedeniyle her yıl ölümler yaşanıyor.
Nepal'de derin vadilerden ve yeşil ormanlardan hemen sonra başlayan yüksek Nakal Gurung dağının yamacına yuva yapan bal arıları, ilkbahar boyunca peteklerini değerli bal ile dolduruyor.
Ardından Himalaya kayalıklarındaki dünyanın en büyük kovanlarındaki balı toplamak için 'bal avcıları' olarak adlandırılan yerliler için bal avı başlıyor.
Petekler dolunca insanlarla arılar arasında ölümüne bir savaş da başlıyor.
Koruyucu kıyafetleri olmayan Nepal köylüleri, dağcıların bile çıkarken iki kere düşüneceği türden yüksekliklere tırmanıyorlar. Yılda iki defa tekrarlanan bal avı için hayatlarını tehlikeye sokmaktan kaçınmıyorlar.
Dünya'nın en yüksek noktası olan Everest Dağı’na da yer aldığı ülke, aynı zamanda dünyanın en fakir ülkelerinden biri.
İngiliz fotoğrafçı Andrew Newey, yüksekliğiyle ünlü Himalaya Dağları’nın eteklerinde yuva yapan arıların dev kovanlarından bal toplayan köylüleri fotoğrafladı.
Dünyanın yıl boyu kalıcı olarak yaşanan en yüksek yerleşim bölgesi, Peru’daki 5100 metre yükseklikte bulunan La Rinconada şehridir.
Çevresindeki altın madenleri nedeniyle insanların çoğunlukla madencilikle uğraştığı bu şehrin 40 yıldan fazla zamandır varlığını sürdürdüğü biliniyor. İnsanların ekonomik nedenlerle bu bölgeye yerleştiği düşünülüyor.
Aslında yüksek irtifalarda yaşamak insanlar açısından hiç de kolay değil. Çünkü yükseklik arttıkça atmosfer basıncı, sıcaklık, havadaki oksijen miktarı ve nem azalıyor.
Ayrıca atmosferin yoğunluğunun azalması nedeniyle yüksek irtifalarda Güneş’in zararlı etkileri çok daha belirgin şekilde hissediliyor. Örneğin irtifadaki her 1000 metrelik artış, morötesi dalga boyundaki ışınların yoğunluğunun yaklaşık %10 artmasına neden oluyor.
Örneğin irtifadaki her 1000 metrelik artış, morötesi dalga boyundaki ışınların yoğunluğunun yaklaşık %10 artmasına neden oluyor.
Yüksek irtifanın insanlar üzerinde en önemli etkisi havadaki oksijen miktarının azalması nedeniyle dokulara yeterli miktarda oksijen ulaşamaması.
Yüksek irtifanın insanlar üzerinde en önemli etkisi havadaki oksijen miktarının azalması nedeniyle dokulara yeterli miktarda oksijen ulaşamaması.
Bu durumda organizma oksijen eksikliğinin yol açtığı problemleri engellemek ve oksijen ihtiyacını karşılamak için daha hızlı nefes alıp vermeye başlar ve kalp ritmi hızlanır. Ancak vücudun yüksek irtifa koşullarına uyum sağlayabilmesi için belirli bir süreye ihtiyaç vardır.
Genellikle 2500 metre yüksekliğe kadar insan vücudunda kandaki oksijen seviyesinin azalmasından kaynaklanan belirgin sorunlar görülmez. 2500-5300 metre arasındaki irtifalarda kandaki oksijen doygunluk oranı %90’ın altına düşer ve vücudun yüksek irtifaya uyum sağlayabilmesi için vücut fonksiyonlarında bazı değişiklikler ortaya çıkmaya başlar.
Ancak bu mekanizmalar 5300 metreden daha yüksek irtifalarda -örneğin Everest Dağı’nın zirvesinde bulunan bir insanın kanındaki oksijen doygunluk oranı yaklaşık %50’dir- insanların birkaç günden daha fazla hayatta kalması için yeterli değildir.
Araştırmalar çok eski dönemlerde de insanların yüksek rakımlı bölgelerde yaşadığını gösteriyor. Örneğin, Peru’da yaklaşık 12.000 yıl öncesine ait 4500 metre yükseklikte kurulu yerleşim bölgeleri olduğu biliniyor. Bu bize insanların yüksek irtifalarda yaşamaya genetik olarak uyum sağlayabildiği anlamına da geliyor.
Bugün, La Rinconada 30 binden fazla kişiye ev sahipliği yapıyor. Bununla birlikte, halen gelişmiş bir kanalizasyon ve su temini sistemi mevcut değil ve kasabaya ancak dar bir dağ yolu üzerinde ulaşılabilmekte.
Burada yaşayan insanlar genetik olarak bu irtifaya uyum gösterebilse de araştırmacılar bölgede yaşamanın oldukça sağlıksız olduğunu dile getiriyor. Bunun neden, hem sağlıksız hijyen koşulları, hem düşük oksijen miktarı hem de altın madenciliği ve devamında havaya yayılan civa.